CUMHURİYET




29 Ekim'e girdiğimiz şu günlerde Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şu sözlerini buraya yazmadan uyuyamazdım.

Gelecek nesillerin Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yeraldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz ! Bilakis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakiki zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüte düşmeyeceklerdir.

Cumhuriyet'in fikir serbestliği taraftarı olduğunu bilen, samimi ve meşru olmak kaydıyla her fikri destekleyen bir rejim olduğunu unutmamanız ve bilmeniz temennisiyle.

Galile'den HAGGARD'a...




Yazımıza önce Galile'ye uzanmamıza sebep olacak olan, Alman Senfonik Metal Grubu Haggard ile başladıktan sonra Galile'den kısaca bahsedip ikisi arasında ki bağlantıyı da değinmeden edemeyeceğiz.

Senfonik Metal 90 lı yıllarda ortaya çıkmış olmakla birlikte müziğin özünü power metal, progressive metal ve klasik batı müziği öğeleri oluşturur.Therion'la başlayan bu müzik türünde metalin sert seslerinin yanında orta çağ avrupa'sının koroları, klasik enstrümanlar, opera tadında vokaller mevcut.İşte Haggard'da bahsettiğimiz tarzın öncülerinden.

1991 yılında death metal yaparak kariyerlerine ilk adımı atan grup bir yıl sonra yani 1992'de senfonik metal yapma kararı aldılar.Akabinde ilk albümleri olan And Thou Shalt Trust albümleri piyasaya çıktı.Tabi bundan önce 3 demoya sahiptiler.And Thou'dan sonra sonuncusu 2008 de Thales of Ithiria olmak üzere 4 albüme daha imza attılar.Grup elemanlarının sayısı zaman zaman indi çıktı ve şu an ki haliyle 16 kişiyi aldı.Flütten sopranoya, bass gitardan obua ya bir çok enstrüman mevcut.

Bahsettiğim bu grup geçenlerde turne kapsamına Türkiye'ye geldi.Sırasıyla İstanbul, Fethiye ve İzmir'de konserler verdi.Haliyle ben de İzmir'deki konserde yerimi aldım.Blues havasında ki seyirciler ve baharın getirdiği serinlik ile birlikte atmosfer çok iyiydi diyebilirim.Konser içinde ne oldu bitti şöyle yaptım böyle yaptım tabiki de burada anlatılacak şeyler değil.Herşeyden önce ayıp :) Sadece ilginç bir anektod vermek gerekirse Afgan asıllı solist Asis Nasseri'nin bir ara sahneden inip arkaya gitmesi ve 5 dakika sonra konseri arkalardan takip eden şahsımın ensesinde gitar çalmaya devam etmesiydi.Tabi şaşkınlığın ardından kendimi kalabalık bir hayran kitlesinin içinde buldum.Tabi ki de hayran kitlesi benim değil Nasseri'nin idi.




Bu anektodtan sonra devam edelim.Konser Soyer Kültür Sanat fabrikasında yapıldı.Soyer Kültür Sanat Soyer ailesinin mülkü idi ve 40 yıl boyunca civata üretti.Daha sonra elden geçirildi ve İzmir hatta Ege için nimet olan bir mekana dönüştü.İçerisinde konferans salonları, müzik - sanat - görüntü atelyeleri, sahneler vs bir çok bölüm var.Daha fazla ayrıntı için:



Haggard'a geri dönelim ki Galile'ye değinebilelim.

* İlk albümleri olan A Thou Shalt Trust ün teması Nostradamus ve hayatı.
* İkinci albümleri Awaking the Centuries ve bu albümde de Nostradamus'un gençlik yılları anlatılıyor ve Avrupa'da kara veba sırasında yaptığı yolculuk konu ediliyor.Albümde İngilizce, Almanca ve Latince şarkılar mevcut.
* Eppur Si Muove üçüncü albümleridir ve Latince'de " Herşeye rağmen dünya dönüyor " manasına gelir.Galile'nin dünyanın yuvarlak olduğu tezine karşı kilisenin onu müebbet hapse mahkum etmesi sonucu anlatılanlara göre şu olay yaşanır.Vatikan Galile'ye iddiasından vazgeçmesi karşılığı cezasının bağışlanacağını söyler fakat Galile'nin son sözleri "Eppur Si Muove" şeklinde olur.Albüm Galile'ye ithafen piyasaya sürülmüştür.
* Son albüm Thales of Ithiria'dır.Burada anlatılanlar ise ortaçağa benzetme yapılan bir evren mevcuttur ve burada geçen hikayeler anlatılmaktadır.
Grup Aydınlanma Felsefesine inanır.Şarkılarda Orta Çağ'ın karanlık günlerinde ki sabit, değişmez varsayılan düşünceleri kırıp akıl öncülüğünde bir seyahata çıkarsınız.Solist Asis Nasseri başta olmak üzere Nostradamus ile ilgili onlarca kitap okudukları söylenenler arasındadır.Şarkılarının nakaratlarında konuyla ilgili eski latince metinlere ve bunun dışında latince cümlelere yer verirler.

Galile kimimizin de bildiği gibi İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozoftur.Modern astronomi ve fiziğin babası olarak tanınmaktadır.70 yaşında hapse atılan ve burada kör olduktan sonra ölüme terkedilen Galile 1564 - 1642 yılları arasında yaşamıştır.Sarkaç, teleskop, pusula, termometre gibi aletleri ya bulmuş ya da bugünkülerin prototiplerin ilk modellerini temsil eder hale dönüştürmüştür.Bunun gibi Galile hakkında çok fazla şey yazılabilir ve söylenebilir.Fakat belirtmek istediğim müziğin de bir felsefesi, bir düşünce tarzı olduğudur.Yazının ana düşüncesi ise aşağıdaki cümlede belirtildiği gibidir.


Haggard'dan Galile'ye bir armağan, ya da başlığımız da ki gibi Galile'den Haggard'a uzanan bir zaman...

Küresel İklim Değişikliği ve Otomobil

Aşağıda yazacaklarımı çeşitli kaynaklardan yaklaşık 1 yıl önce derlemiştim.Bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.İçerisinde bulunduğumuz durumun tablosu.

* Otomobil 21. yy üretim ve tüketim modellerinin başta gelen örneğidir.Otomobil dünya petrol üretiminin üçte birini tüketmektedir !

* Ortalama bir Alman arabasının üretim süresince yarattığı kirliliğin kullanım süresince yarattığına denk olduğu ortaya çıktı.Ayrıca kullanılmayan arabaların yokedilmesi de hava, su ve toprağı o denli kirletiyor.

* Nijerya'daki Ogangi ve Amazon'lardaki Huaoroni kabileleri gibi yerli halklar yok ediliyor.Çünkü kültürleri ve yaşam alanları, çağdaş yaşamın topraklarındaki petrole olan açlığı durduramamakta.

* 1994 yılında ilgi çeken raporda, Kraliyet Çevre Komisyonu " taşımacılığın önlenemez büyümesi " İngiltere'yi tehdit eden en önemli çevre sorunudur diye açıklamıştı.Komisyon ülkenin otomobile dayalı taşımacılık sisteminin sürdürülebilir olmadığı duyurusunu yapmıştı.

* Sıcak ve rüzgarsız geçen günlerden sonra Çevre Bakanlığı Paris'lilerden arabalarını sadece acil durumlarda kullanmalarını istemişti.Çevreciler daha dolaysız taktikler kullandılar.Pis havaya karşı yüz maskeleri takıp, bisikletlerini havaya kaldırarak ana bulvarlara girdiler ve trafiği zorla durdurdular.

* Gürültü kirliliği Roma'da 80 - 90 desibele çıkıyor.Bu rakam elektrik süpürgesinin çalışırken çıkardığı sese eşit.Daha üstü ise kulak zarının zarar görme potansiyeli.

* Aslında otomobil dünyada ki yoksullar ve varsıllar arasındaki uçurumun en açık göstergesi haline gelmiş.Dünya'daki 500 milyon otomobilin % 80 i insanların % 20 sine ait.ABD'de her 2 kişiye, Nijerya'da her 151, Hindistan'da ise her 367 kişiye bir otomobil düşmekte.

* 1950 li yıllardan bu yana dünya nüfusu yaklaşık 2, otomobil nüfusu ise 11 kat artış gösterdi.

* Karikatürist Tom Tales bir çiziminde bu olay ile dalga geçiyor.Karikatürün ilk karesinde, dört kişi sera gazı etkisinin küresel bir faciaya yol açacağı ve karbondioksit salınımının indirilmesi konusunda fikir birliğine varıyorlar.Ama bir tanesi " en büyük sorun otomobil " deyince diğerleri dut yemiş bülbül gibi susuyorlar.Sonunda dört kişi küresel ısınmaya bir çözüm buluyorlar.Güney Amerika'lılar yağmur ormanlarını yakmaktan vazgeçmeliler.Bir tanesi rahatlamış bir edayla " tabi " diyor." Güney Amerika'lılar ".

* Harvard Üniversite'sinin 1995 yılında yayımladığı bir araştırmaya göre, her yıl 30000 Amerikalı otomobil egzoz gazlarının neden olduğu solunum rahatsızlıklarından ölüyor.

* Kurşunun çok zehirli olduğu ve küçük çocukların zihinsel gelişimini engellediği biliniyor fakat Asya'da en çok kurşunlu benzin satılıyor.

*1963 yılında toplumsal eleştirmen Lewis Mumford, arabaların kentlere kısıtsız sokulmasının kentlerin sonu demek olacağını söylemişti.

* Her 3 kişiye 2 otomobilin düştüğü İtalya Avrupa'nın en çok otomobille dolup taşan ülkesi.Roma'da trafik saatte ancak 7 km hızla yürütmekte.trafiği yöneten beyaz eldivenli " vigili urbani " lerin en sıkışık kavşaklarda bayıldıkları görülüyor.

* Yeni zengin olanların araba almasının bir nedeni psikolojiktir.Otomobil sahibi olmak birinin belirli bir statüye ulaştığının adeta tescil edilmesi oluyor.

* Cip gibi bazı Amerikan arabaları birçok üçüncü dünya vatandaşının evinden geniş !

* Kamuoyu yoklaması yapanlar gelişmiş ülkelerdekilere hangi çağdaş buluş olmadan yaşamayacaklarını sordular.Otomobil, telefon ve elektrik ampülünü geride bırakarak ilk sıraya oturdu.Siyasiler zaten bu gerçeği tahmin ediyorlardı.Amerikan siyasetinde otomobilin dokunulmazlığı vardır.

* Dünyamızdaki 700 milyon otomobil toplam sera gazı emisyonlarının % 25'nden sorumludur.%25 elektrik santralleri ve yine % 25 ormansızlaşma, otomobil ile başa baş yarışan sorumlulardır.

* Bunun çevresel yan etkileri ile baş edip edemeyeceğimizi ve yaşamımıza devam edip ettiremeyeceğimizi henüz bilmiyoruz.Ufuktaki tehdit edici bulutları ancak pervasızlar görmezlikten gelebilir.Kuraklık ve taşkınlıklar gaga ölçüleri yanlış olan ispinozları yok etti.Eğer küresel ısınma artmaya devam ederse insanlarda bol bol kuraklık ve taşkınlık ile karşı karşıya kalacaklar.Ama bu sadece bir rastlantı, bir kozmik şaka olsa gerek !

Teşekkürler : Mark Hertsgaard, Worldwatch Institue, Lester Brown, TEMA Vakfı Yayınları.

UYARI !

Bugün yeni okulum olan Ege Üniversitesinden çıkıp evime doğru giderken birde neyi farketsem beğenirsiniz.

Hissedilen hava sıcaklığı 12 ekim'de 30 derece idi ! Belki birileri daha da fazlasına tanık olmuştur.

BEN Mİ ÇOK ATEŞLİYİM YOKSA DÜNYA MI ? ISINMIYORUZ DA NE YAPIYORUZ DİYE SORDUM KENDİME.DARISI SORMAYANLARIN BAŞINA.

MARX SOHO'da

Zamanın Prusya krallığına bağlı yedi çocuklu Yahudi bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya geldi.Gözlerini açtığında tarih 1818'i gösteriyordu.Kendisinin haricinde 6 kardeşi daha vardı.Tam adı Karl Heinrich Marks idi.Babası aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau hayranıydı.

13 yaşına kadar evde eğitildi ve daha sonra 17 yaşında hukuk okumak maksadıyla Gymnasium'dan Bonn'a gitti.Marx'ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babası tarafından gelecekte kendisini geçindirmesinin zor olduğu gerekcesiyle reddedildi.Ertesi yıl babası tarafından Berlin'e ( Fredrich Wilhelms Üniversitesi ) yollandı.Bu sırada Prusya idaresi bir Yahudi'ye hukuk diploması vermiyordu ve bu sebeple Lüterciliği yani Hristiyanlığı seçti.

1944 tarihinde Hegel ile Paris'te tanıştı.Dostlukları gelişti ve 21 şubat 1848'de Komunist Manifesto yayımlandı.Ardından devrimci ayaklanmalar sebebiyle tutuklandı, Belçika'dan sınırdışı edildi.Devrimci akım ertesi yıllarda tekrar boy gösterince Fransa'ya döndü.1949'da ise tekrar Almanya'ya geri döndü fakat baskıların artması sonucu tekrar Fransa'ya geri gitmek zorunda kaldı.Buradan da gönderildikten sonra ömrünün geri kalanını geçireceği Londra'ya 1849 yılında yerleşti.

Bir Prusya baronunun eğitimli kızıyla evli idi, Londra'nın Soho semtinde yokluk içinde 50 li yıllar geçindi.Bu dönemde en büyük ekonomik destekçisi Engel oldu.Yazdığı eserler, çalıştığı gazeteler vesaire ise hayatı boyunca sürekli gündemde olan ve tartışma platformu farklı konular.Marx 1881'de eşinin ölümünden sonra rahatsızlandı ve 14 Mart 1883 yılında hayata veda etti.Öldüğünde uyruksuzdu ve mezarı Londra'dadır.

Marx öldü fakat günümüze kadar bir şekilde geldi.Nasılmı ? Adı, izi ya da fikirleri kaldı.Her ne derseniz.Amerika'lı tarihçi Howard Zinn'in kaleme aldığı ve Genco Erkal'ın Türkçe'ye çevirip bir takım yenilikler yaptığı oyun Marx'ın dönüşü ( Marx in Soho ) bu hafta New York'da izleyenlerle buluştu.Genco Erkal'ın Amerikan gazetelerinden derleyip okuduğu haberlerin özellikle güncelliği ve yaşanan ekonomik krizi yansıtması açısından dikkat çektiği oyunda, öteki dünyadan izin alıp hayattayken yaşadığı Londra'nın Soho semtine kısa bir süreliğine dönmek isteyen Marx'ın yanlışlıkla New York'un Soho semtine gitmesi anlatılıyor.

NY'daki türk toplumunun yoğun ilgi gösterdiği ve Erkal'ın hem yönetip hem oynadığı oyunun sonunda seyirciler uzun süre kendisini ayakta alkışladı.Erkal bir röportajında şunları söylüyor:
" Marx için bitti denilse de, son bir yıl içinde görüldüğü gibi o devamlı geri geliyor.150 yıl içinde yazdıkları bugün hala geçerliliğini koruyorsa egemen sınıfları ürkütmesi çok doğal.Oyunun başında Marx'ında söylediği gibi: öldüm ama ölmedim, alın size diyalektik. "

Tiyatro seyircileri ve Marx'ı daha yakından tanımak isteyenlere duyurulur.Ayrıca Marx döndü ismi ile Aykırı Yayınevinden çıkan baskı piyasada mevcut.

Yararlandığım kaynaklar olan anadolu ajans, wikipedia, ekşisözlük gibi sayfalara teşekkür ediyor ve yazıyı da Genco Erkal'ın oyun başlarken marksist olmadığını söylemesi gibi kendimin de marksist olmadığımı belirtmek istiyorum.

Önyargılı yaklaşanlara, etiketlemeyi sevenlere, düşünceleri putlaştıranlara, dinlemek ismeyenlere ve bunun gibi birçok özelliğe sahip dünya vatandaşlarına duyurulur.

Saygılarımla...

Bir Altın Alyans İçin 3 Ton Zehirli Atık




Madencilik;


- Dünya'daki enerjinin % 10'unu tüketen

- Dünya'da el değmemiş ormanların % 40'ını tehdit eden

- Her gün ortalama 40 madencinin ölümüne sebebiyet veren


- Gayri Safi Hasılanın % 1'i kadar ekonomik değer yaratan

- Maden işleme esnasında 19 milyon ton ( dünya toplam emisyon hacminin % 13 'ü ) sülfür dioksit karıştıran

- Hava, su, biyolojik çeşitlilik gibi asli doğal kaynaklarımız önemli ölçüde tahrip eden ve insan sağlığını önemli ölçüde tehdit eden bir sektördür.


Sektörün işlediği belli başlı madenler; sülfür, çinko, altın, kurşun, alüminyum ve bakır.Çıkarılan madenlerin çoğu sanayi sektörüne hammadde oluşturur.Bu nedenle madenciliğin uygar toplumun gelişimine önemli katkılar getirdiği de yadsınamaz bir gerçektir.Bulunduğumuz ortamda etrafımıza kısaca bir göz atacak olursak, ne demek istediği kolayca görülür.Bir anlamda vazgeçilmezdir.Ancak madencilik sektörünün çevreye etkileri bu yazının konusu olmadığı gibi, yukarıda bahsedilen sorunlar için de geri dönüşümlü kullanma, farklı materyaller ile ikame etme gibi çözümler de yavaş yavaş uygulamaya girmiş durumdadır.Fakat bu materyaller arasında bir tanesi var ki, hem sanayi de kullanım alanı olarak çok kısıtlı bir yer tutmakta, hem de çıkarılması işlenmesi esnasında doğaya en çok zararı o vermekte.Gelin beraber inceleyelim.Fayda maliyet analizi yapıldığında insanı dehşete düşürüyor.Evet, ne yazık ki özellikle hanımları ilgilendiren, ziynet eşyası olarak kullanılan altın madeninden bahsediyoruz.Kısaca göz atacak olursak altın;


- Yılda 2500 ton üretilmektedir.

- Altın bir alyans için ortaya çıkan atık miktarı 3 tondur.Bu atıkların çoğu siyanür ve kimyasal maddeler içerir.
- Siyanürle işleme yöntemi 1800'lerde Amerika'lı kimyagerler tarafından bulunmuş ve o tarihten bu yana aynı yöntem kullanılmıştır.

- Siyanür hiç bir zaman doğadan tam olarak temizlenemez.

- İçinde % 2 lik bir siyanür solüsyonu bulunan bir tatlı kaşığı su insanı rahatlıkla öldürebilir.

- 1983 - 1999 yılları arasında siyanür kullanımı 3 e katlandı ve bunların % 90 altın madenciliği kaynaklı.

- ABD'de maden atıkları yüzünden bu güne kadar yaklaşık 26000 km nehir ve akarsu kirlenmiştir.

- 2000 yılında Romanya'nın Baia Mare madeninden 20000 ton siyanür Tizsa nehrine ve oradan Tuna nehrine kaza ile döküldü.Sonuç 1240 ton balık ölmüş, 2,5 milyon insanın kullandığı su kaynağı kullanılamaz hale gelmişti.Bu olay Alman ve Çek parlamentosunun siyanürle altın aramayı yasaklaması ile sonuçlandı.

- Dünya'da yer altında bulunduğu tahmin edilen 3 katı altın, kasalarda ve yatırımcıların çekmecelerinde bulunuyor.

- Bu miktar 17 yıl talebi karşılamaya yetecektir.Üstelik çıkarılan altının % 80 i ziynet eşyası olarak kullanılırken.


sonuç olarak bana, " bizde birşeyler yapmak istiyoruz ! ne önerirsiniz ? " diyen hanım dostlarıma; endüstriyel katkısı çok sınırlı ve çoğunluğu süs eşyası olarak kullanılan bu madeni yavaş yavaş ebedi istirahatgahında bırakıp, kendimizi daha masum şeylerle süslemeyi öneriyorum.


Saygıdeğer Toprak Dedemin ellerinden öper, http://www.hayrettinkaraca.com/ a teşekkürler ederim.

Açılış Merasimi

Tarih boyunca hemen hemen hiç bir şey yoktur ki daha önce düşünülmemiş ya da söylenmemiş olsun.Buraya şu tarihten itibaren yazacaklarım ve yazacaklarınız da bundan farklı olmayacak, kimimiz esinlenecek, kimimiz harikalar yaratacak, kimimiz alıntı yapacak, kimimiz gündelik bir dille yaşadıklarını anlatacak.

Başlığımızda da belirttiğimiz gibi 7 / 24 serbest kürsü çalışıyoruz.Kavramların içini boşaltmamak adına serbest kürsüden kastımın gevezelik ve popülerlik olmadığını belirtmek isterim.

İlkokul hocamla başlayıp eğitim - öğretim hayatım boyunca unutamadığım bir genelleme, yazıların giriş paragraflarının çok uzun olmaması gerektiği ve temelleri atmaya yönelik olduğudur.Bu bloğuda ucu bucağı olmayan bir yazı olarak düşünüyor ve sözlerime yaşam ile ilgili bir kaç söz ile son vermek istiyorum.

* İnsan hergün ya güzel bir ses işitmeli, ya gönül açıcı bir kitap okumalı, yahut güzel bir şey dinlemelidir ( Goethe )

* Okunacak en güzel kitap, insandır. ( Hacı Bektaş Veli )

* Hayatı çok ciddiye almayın, daha ondan canlı kurtulan olmadı. ( Elbert Hubbard )

* Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak üzere biraraya toplanır.Ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp birbirlerinden ayrılırlar.Isınma gereksinimi onları tekrar biraraya getirdiğinde okları tekrar kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler.Ta ki uygun mesafeyi bulana kadar.Bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimleri onları biraraya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirlerinden ayırır. ( Artur Schopenhauer )