Yoruldum Patron

Yoruldum patron, yoruldum. Neden yazmadığımı anlayabiliyor musun ?


Öldür Uykumu

Geceden tut çıkar beni
Hiç sönmeyen lambaların olduğu sokaklara
Tut beni
Çıkar gece
Uyuyan kahverengi gömleğimden
Öldür uykumu
Şahidi de gözlerim olsun
Onlar da kahverengiler zaten

Sana gelince günaha düşmeden bir önceki halimizi selamlıyorsun
Eteklerini toplayarak
Geceyi geçiştirdiğin kırmızı bir şapkayla
Adımlarımız geziniyor bu bir öncemizin etrafında
Birazdan karşı konulmaz bir endişe girecek odaya
Ve izleyecek bizi kasketimin sekiz köşesinden birine oturup
İzleyecek bizi,
Dalları gökte olan bir ağacın en göğündeki yasak meyvayı andıran
İlikli düğmeler açılana dek

Bir başka seferinde kutsallaşacak
Beş parmaklı asanla Kızıl Denizi ikiye ayıracaksın iliklendiği yerlerden
Bir bir
Bakışların adımlayacak alçalıp yükselen göğsümü
Toprağı basacak dokunuşların

Öldür uykumu, kutsal darbelerle
Demir parmaklıklı beşiklerden uyandır
Akasyalı yastıklara koyduğun başımı
Ellerinle koymuş gibi bulacaksın gecede yerini
Ve dikenleri seni saran rüyaların
Kızaklarına yerleştirilmiş tekerleklerin özenle kucaklandığı göz kapaklarımı getir gözlerinin önüne
Bir kağıt kalem al eline 
Özenle tut ellerim gibi
Çiz baktığın duvarlara gördüğün her yaradılışı
Bir bir yaz sonra gecede beğendiğimiz her rengi
Beşiktonoz bir kapıdan geçeceğiz az sonra
O renklerden de beşiktonoz bir bizkuşağı yapacağız çünkü vakitli vakitsiz
Bir ucunda kutsallaşacağız yağmurlarda yıkanarak
Diğer ucunda bizi bekleyen endişe,
Kudretli bir ateş elinde
Günaha düştükten bir sonraki
Yok yok
Tam da günaha düştüğümüz andaki halimizi selamlayacak belli ki


Bak !
Uyandım ben çoktan,
Hani o ilk darbede
Ama belli mi olur bana,
Sen yine de öldür uykumu
Tut çıkar geceden bizi.

03.11.2011

Şapkadan

Bir neş'e kanatlandı "şapkadan" çıkan tavşan gibi.
Açık mavi bir kanat çırptı ilk nefesinde,
Telaşlıca.

Lift Your Skinny Fists Like Antennas to Heaven


http://vimeo.com/2662600

Ayağa kalkın ve zayıf yumruklarınızı antenler gibi gökyüzüne kaldırın ! Çünkü hala yaşıyorsunuz.

Birçok Şey Birçok Şeyi Bölüyor

Uzak bir göğün altında bir boz yelkovan açmış kanatlarını
Yaseminleri kızıla çeviren bakır kızılı bir göğün altında
Ufku bölüyor belli belirsiz
Kalenin burcu nasıl güneşi bölüyorsa ikiye
İlk sessizliğini de açılan ilk dükkanın kepenkleri bölüyor sabahın

Kimsecikler var henüz o vakit,
Tek tük bir çok köşe başında
Ve yeşile çalan mavilikte bir tasarım denizde
Ayaklarla buluştuğu yere doğru,
Kıyıya ulaşmak için sırasını bekliyor dalgalar

Bir liman halbuki
Belki bir mendirek, belki bir iskele
Tahta bile olsa kafi !
Dalgaları bekleyen herhangi bir şey üzerinde izleyenleriyle
Deviriyorlar sabahı bir şekilde
Soğuk iklimlerin masabaşı çalışanları tavrıyla

Sabahı da saatler bölüyor,
Saatleri dakikalar
Hepsini bölüp geçen an bir de
Her biri bir kavrayış, anlayış
Çoğu zaman ifadesiz.

Bir Serinlik Gökyüzünde

Güvercinler havalanınca kırmızı kiremitlerden
Bir serinlik gökyüzünde belli belirsiz
Güvercinlerin gelişlerine sevinen
Kırmızıya dargın ve maviye hasret bir serinlik

Sonra uçaklardır pencereden görünenler
Mavilerin içinde beyaz bulutlarla
Uçaklar,
Uçaklar da maviye hasret sonra
İçindekiler ne kadar hasretse beyaza

Ve bulutlar,
Bulutlar uzanmış yatıyorlar mavi çarşafa
Ki çarşaf da beyazdan daha sonsuz
Bir çoğu mağrur bulutların, bir çoğu sessiz
Meraklı iki çift göz bekliyorlar öylece
Güvercinden olmayan

Yolculuklar Severim

Yolculuklar severim
İlk gözgöze gelişimizle başlayan zamanda
Uzun ve senli düşünceler olan yolculuklar
Sonra yalnız bu mu ?
Avuçlarımda avuçların
Dudaklarımda öpüşlerini de bir o kadar

Hatırlarım elini ilk tutuşumu
Ve sonra ellerin ellerimde beklemelerimizi Kadıköy Vapurunu
Gözlerinde nefes alıp verişlerim
Omuzlarında sayısız dokunuş

En son bir Eylül gecesi olduğunu yazarım küçük bir boşluğa
Belli belirsiz
Eylül'ü ne çok sevdiğimi hatırlayarak.

Anladım

Kelimeler reddediliyor dudaklarımı terkederken
Sahip oldukları tek şey bir kaç hüzün
Ansızın bir yağmur yağıyor senden boşalırcasına
Halbuki gri bir tente başımda dans ediyordu az evvel

Islak bir patika toprak kokuyor
Ve bana sesleniyor kahverengi bir bakış
Nehirler, denizler ve okyanuslarca yalnızca bakış bir bakış
Ne bir ses, ne bir dokunuş, ne bir kalem

Renkli camların ardından küçük bir çocuk izliyor Dünyayı
Yarım kadar, yarın kadar, yarımız kadar yani
Maviye ve yeşile konuşuyor söyleyemediklerimizi
Sonra hızlanıyor zaman, bir film şeridindeymişcesine
"Anladım" dediği söylentisi yayılıyor kulaktan kulağa şehirde
Daha önce söylenmemiş bir dilde.

09.08.2011

BÜYÜK ANADOLU YÜRÜYÜŞÜ


Biz, Anadolu insanları Nisan 2011’de köylerimiz, kasabalarımız ve şehirlerimizden çıkarak Ankara’ya yürümeye karar verdik.

Çünkü binlerce yıldır insan uygarlığının beşiği olan Anadolu, bugün eşi görülmemiş bir yıkımla karşı karşıya.Ancak dünya, bu büyük yıkımın farkında değil.

Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti. Üzerlerine binlerce HES ve baraj kuruluyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından parsellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik santrallerle tehlike altında. Feryadımızı duyan yok. Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok olmaya başladı. Ormanlarımız, parça parça kesiliyor.

Bu yıkım sonucunda, tüm insanlığın ortak mirası, dünyanın en eski yerleşim yerleri sular altında kalıyor. Sayısız hayvan ve bitki türünün nesli tükeniyor.

İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor. Köyünü, ata toprağını terk ediyor. Binlerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri birer birer yok oluyor. Hızla kalabalıklaşan şehirlerimizde yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor, maddi ve manevi bedeli artıyor.

Yalnızca bir avuç insanın menfaatini gözeten bu düzen, doğayı, insanları ve kültürümüzü hiçe sayarak Anadolu’nun dört bir yanını işgal etmeye devam ediyor.

Bu toprakları yönetenler, bu yıkıma karşı çıkanların çığlığına kulak tıkıyor ve yıkımı daha da çoğaltıyor. Anlıyoruz ki, onların gözünde artık köklerimizin hiçbir değeri yok.

Bu nedenle biz, Anadolu insanları, Anadolu’yu yaşatmak için kendi halk irademizi kullanmaya karar verdik. Birleşiyoruz!

Biliyoruz ki, her şeyimizi kaybettiğimizde, çalışıp yeniden ayağa kalkabiliriz. Ancak doğamızı kaybettiğimizde asla!

Vicdan sahibi herkesle buluşarak yedi ayrı koldan, 40 gün 40 gece Anadolu’yu arşınlıyoruz ve nehirler gibi akarak Ankara’ya yürüyoruz. Geçmişe olan saygımız ve çocuklarımızın geleceği için, doğanın hakları ve yaşam hakkımız için yürüyoruz.

Suyumuzu, doğamızı, köklerimizi ve Anadolu’yu geri alana kadar, dönmüyoruz.

Hiçbir dil, din, ırk ve siyasi görüş ayrımı gözetmeden, tüm Anadolu insanlarını ve dünya insanlığını bu yürüyüşe katılmaya davet ediyoruz.

ANADOLU'YU VERMEYECEĞİZ!


Detaylı bilgi için:

Teksir Kağıdı

Bugün masamın üzerinde duran teksir kağıdına kısa kısa baktım, sapsarı kesilmiş bir surat ve suratta bomboş bir ifade ile oracıkta hiç hareket etmeden durdu. Üzerinde duran telefonun ağırlığından sıkılmış ve yıpranmış olacak ki kendisini kullanmama telefonu üzerinden alıncaya dek izin vermedi. Ecnebilerin deyimiyle reciprocal ( sırf bu kelimeyi az önce öğrendim diye kullanıyorum), bizim söylemimizle çift taraflı bir anlaşma idi aslında bu. Sosyal normların önümüze koyduğu anlaşmalardan ziyade daha bir maddenin varoluşu sanki. Descartes'ın söylediği maddenin hareketi mekanik hareketle sınırlı değildir sözünden yola çıkarak bu olay beni düşünmeye itti. Ağzı, dili, kolu, bacağı, atpsi, kromozomu olmayan teksir kağıdı benimle karşılıklı bir anlaşmaya koyu kahverengi bilgisayar masasında imza attı. Bu üzerinde düşündürmeyi gerektiren -ki belki de bu konu bir çok kişi tarafından daha önce farklı veya benzer biçimlerde ele alındı- bir durum. Cümleleri netleştirmeden pek bir şey yazmak istemediğimden şimdilik burada kesiyorum. Belki ilerleyen günlerde bu konuda tekrar buluşuruz, ama hiç sanmıyorum.

Kalın sağlıcakla.

Yağmur Sonu

Yağmurda ıslandılar, başında ve ortasında olmak üzere sürekli bir kez.
Sonu ise hiç gelmedi,
Yürüdü gitti başka başka yollardan.

Eller

Hüzünlü ve bir o kadar yorgun eller ısındı yine çay bardağında,
Ki bir zamanlar aslolan işleri çiçek toplamaktı bahçelerden sana.

Hissetmece

Bu sesi duyunca tabiri caizse kim olduğumu hatırlıyorum. Bazen olur ya hani, işte öyle. Hani Küçük ve kendi halinde bir yerleşim yerinden genç yaşlarda çıkıp gitmiş, hayatının ilerleyen zamanlarında ise yine o küçük ve kendi halinde yerleşim yerine dönmeyi hedefleyen adamın hissettikleri gibi. Ya da sisli havada nereye gideceğini bilemessin ya, sonra bir ses ya da bir işarettir sana yolu gösteren. Hatta uzanırsın arkana yıldızlı bir gecede, boş boş ama bir o kadar dolu dolu bakınırken sonsuza hissettiğin o his buna benziyor kimi zaman benim baktığım yerden.

Aşağıdaki linklerde iki farklı yorum var.
Hangisini beğenirseniz.