Bir Metre ve Seksen Santim

Son liman ayrıldı yirmi dört kamaralı yolcu motorundan
O motorda olanlar için kendileri değil,
Her saniye daha da ufalan ama her şeye rağmen el salladıkları anlaşılan insancıklardı uzaklaşan kendilerinden bu kez

Şimdilerde ise o son liman hatıralarda ve bir kaç fotoğrafta kaldı sadece
Mavi uçurumların arasında ilerlerken görebilenler için ise hep orada
Yanlarına alamadıkları heybetli devlet binaları, çocuk parkları ve sokak lambalarıyla birlikte.

Ya hatıraları
Onlar mı ?
Unutulmayanlar hep yanlarında,
Sokak lambalarından daha çok, aşklarından ise daha az.
Unutulanlar ise adı üstünde

Bak görüyor musun yine hatırladım
Oysa ne güzel de kırlangıçları seyre dalmıştım sedirin altına kurduğum masamın başında
Sedir on sekiz metre, ben ise bir seksen.
Üç katlının ikinci katında
Varoş bir mahallede
Penceresi tren yoluna bakan bir odada idi ilk yatağı
Bir çoklarının aksine,
Caddeye bakan pencereli odada olmak değildi isteği

Sonra büyüdü
Emalahleni sokaklarında maden işçisi olduğunu belli edercesine
Ellerini cebine atardı yürürken
Rengi farklı idi, düşünceleri gibi


Ellisinde Var Yok

Nasıl başlasam bilemedim
Okurken geride kalan bu satır ile mi yoksa beğenilmeyen bir başkası mı ?
Çal diyeceğim şimdi sana o halde, ama ne için
Yaz o halde, ama kim için

Alnımdaki belli belirsiz çizgiler en sevdiğim kazağım iken
Mevsim dönünce çalmayı da unuttuk, yazmayı da
Hadi onları geçtik dudaklarının arasından çarpık melodilerde mi çıkmaz be adam
Ki her birinin yokluğunda davulun sesi uzaktan daha bir hoş

Bir kadın sesi duyulur uzaktan
Ellisinde var yok
Davulun sesinin daha bir hoş geldiği yerden
Sonra kadın susar
Bu kez bir erkektir ellisinde ya var ya yok olan

Bir dağ köyü hayal etsen değil orası
Sahil kasabası, değil
Denizaltında yirmi bin fersah desen o hiç olmaz
Bozkırda kurulu bir çadırdır o olsa olsa

Çatlayan başına değince ses telleri
Daha da bir çatlar orta yerinden
Yardım elini uzat anne
Yine de duyalım ama bir zamanlar burada olanları

İki nokta üstünde boşluk
Boşluğun yanında iki düz çizgi
İki düz çizginin yanında iki dünya
İki dünya oldu iki nokta
Kaldı iki çizgi
Onlarda uzandılar sonsuza
Bir süredir yazmıyorum diye seni unuttum sanma blog. Hem o yazmıyorum değil, yazamıyorum olacak. Biliyorsun ki bende bir hayata sahibim. Ama söz, yazacağım sana bulunduğum yerden. Üstelik bir kaç jetonum bile var, gerekirse telefon açarım.

İyi bak kendine.

Dostun Oğuz.

Ivır Zıvır

Küreselleşme okuyarak başlanılan günde, sevdikleri ile birlikte vakit geçirip bir adamın otobüste yaşadıklarına üzülmenin ardından Güney Afrika'da yoksulluk profilleri hakkında makale araştırması yapmak sıradan bir güne benziyor olabilir. Hele ki gözlerinden uyku aktığı bir sırada blog yazmaya karar vermek akıl karı da değil sanki. Neyse ne işte, ben size doğrudan link vereyim. Haliyet-i ruhiyemi yansıtıyor sanırım, hatta şu iddiada bulunmakla hataya düşmem diye düşünüyorum ki düşsem bile farketmez. "Zamanında şu gördüğün bağlar, bahçeler, alabildiğine topraklar..." şeklindeki cümlenin öğelerinden birini oluşturan şablona benzer şekilde bu bloglar, sosyal medyalar, ıvır zıvırlar hep insanın haliyet-i ruhiyetini yansıtıyormuş diyorum. Ayrıca belki de ilk kez imla noktalamaya dikkat etmeden blog yazıyorum sanırım. Özür dilerim Türkçe, özür dilerim imla noktalama.

Bana piyanomu getirin.
Pendulum - Watercolour piano cover by Hector Ferrer.

Yol Hikayesi


Kimilerine göre sıkıcı konulardan uzaklaşıp tatil zamanı tatil yapan bir adamın ağzından bir kaç yer tarifidir aşağıda yazılacak olanlar.

Doğup büyüdüğüm yer olan Manisa 340.000 nüfuslu, sanayi ve tarımın paralel bir şekilde geliştiği verimli ve eski bir Ege kentidir.Nüfus yoğunluğuna rağmen İzmir'in yaklaşık 40 kilometre mesafede bulunması şehrin üzerine bir gölge gibi çökmüş, özellikle eğlence vb alanlarda gelişiminin önüne set çekmiştir.Bana soracak olurlarsa gelişmesini ve büyümesini isteyen de yok doğrusu ama bizim millet de bir havadır, forstur almış başını gidiyor.


Ona buna laf yetiştirmeyi bırakıp yazımıza ve tanıtımımıza devam edecek olursak, İzmir dış dünyaya açılan bir aracı görevi üstlenmiştir kent için.işte bizim yolculuğumuz da bu anlatılanlar dahilinde başladı.Antalya - Kumluca - Çıralı'da bir tatil ayarlayan gençlerden olan ben gideceğimiz yere ulaşmak için yine İzmir'i kullanmak zorunda kalmıştım.Kazanan da öğrenci 5 liradan git gel 10 lirayı cebe indiren Manisa Seyahat oldu tabi ki.


İzmir'den başlayan yolculuk sırasınca Aydın, Nazilli, Sarayköy, Denizli güzergahını takip ederken, Nazilli, Aydın ovalarında ki verimli topraklar sağlı sollu uzanır.Denizli'ye yaklaştıkça renkler kahverengi bir ton almaya başlar, iç kısımlara girdiğinizi bir nebze olsa hissedersiniz.Ardından Antalya il sınırlarına girer Çubuk geçidinden Korkuteli ve Antalya'ya ulaşırsınız.İş burada da bitmez.Antalya'dan sonra Kemer istikametine giderken sağda sarıçam ve fıstık çamı ormanları, solda ise Akdeniz'in parıltısı size eşlik eder.Tabi size eşlik etmesini istemediğiniz bir takım şeyler de yok değil.Ne mi ? "Nem" gibi örneğin. Sahilden Beldibi, Kemer, Çamyuva, Tekirova'yı da geçtikten sonra Ulupınar Köyü'nün mahallesi olan ve tanrıların meşhur dağı ( Atina'da ki değil ) Olympos'un kapı komşusu Çıralı'ya varmanız içten bile değil.


Neresidir bu Çıralı, nasıl bir yerdir, ne yapılır oraya gidince diye soranlara ise kısaca şöyle cevap vermek mümkün;

Çıralı sahilden yürüyüş mesafesi yaklaşık 20 dakika olan Olympos antik kentine sahilden bütünleşmiş konumdadır.Birleşik sahilin uzunluğu yaklaşık 3.3 km dir.Çıralı sahilinin bir özelliği nesli tükenmekte olan Caretta Caretta'ların üreme sahalarından birisi olmasıdır.

http://www.cirali.org/tr/bolgenin-tarihcesi/olimpos.html
http://www.cirali.org/tr/bolgenin-tarihcesi/yanartaskhimaira.html
http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=14&mID=127

Bölgenin tarihçe, antik kalıntılar ve caretta caretta kısmını linkler ile hallettikten sonra konaklama konusunda bilgi vermek gerekirse.Sakin ve huzurlu bir tatili tercih edenler için Çıralı'nın toplam yatak kapasitesi 5000 ve konaklama şansı bulabileceğiniz bir çok pansiyon, apart otel bulunmakta.Daha hareketli ve gürültülü bir tatil istiyorsanız hemen yakınındaki yine 5000 yatak kapasiteli Olympos'u tercih edebilirsiniz.Fiyatlar ortalama 25 - 50 lira arasında değişiyor.Dilerseniz 20 liraya çadırda kurabilirsiniz.


Bölgede yeşil ve mavinin buluşmasının dışında yapılabilecek diğer etkinlikler ise bir kaç saatlik yolculuğa razı iseniz ve 2010 yılı itibariyle 40 liraya sahipseniz rafting.Bunun üzerine başka bir 50 liralık banknota sahip iseniz ise Tahtalı'da teleferiğe çıkabilirsiniz.Orası neresi mi ?

http://www.tahtali.com/english/

Yine civarda bir çok antik kent, ören yeri, doğal güzellik ulaşım imkanları dahilinde ulaşabileceğiniz bir kaç şey.Dilerseniz gri binalardan uzak tatilinizi bitirdikten sonra batıda Finike, doğuda Kemer, hatta daha da ilerler iseniz Antalya, Manavgat, Alanya'ya bile gidebilirsiniz.





Kim bilir, belki çok uslu bir çocuk olursanız şirinleri bile görebilirsiniz...

Suya Dair - 3

Geçen yazımızı aküferler ile ilgili rakamlar ile kapayıp Suya Dair - 3'de görüşeceğimize dair bir söz vermiştik ve sözümüzü tuttuk.Yazı dizimizin sonuncusu olan bu bölümde kısaca Dünya genelindeki mevcut duruma bakıp olayı toparlamaya çalışacağız.

Baktığımızda suyun yerküremize dağılımının pek de adil olmadığını görmek zor değil.Sadece altı ülke tatlı su kaynaklarının ( Brezilya, Çin, Kanada, Endonezya, Kolombiya ve Rusya tatlı su kaynaklarının, yalnızca yeraltı ve nehir suları dahil, bitkilerin gözeneklerin deki su ve buharlaşma hariç ) yarısından fazlasını elinde tutuyor.




Kanada ise nüfusa oranladığımız da ülkeler içinde en şanslısı.Kanada kişi başına 92.000 metreküpten fazla düşen su miktarı ile diğer ülkelere fark atmış durumda.Ardından gelen ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve İzlanda'da kişi başı su düşen su miktarı yıllık yaklaşık olarak 10.000 metreküp.Ülkemizde 1.430 metreküp olan bu rakam, Ürdün'de 138, İsrail'de 124 ve Kuveyt'te hemen hemen 0 ile içler korkunç boyutlarda.Dünya ortalaması ise kişi başına 8.000 metreküp.

Böyle bir tablo karşısında nüfus, gelişmişlik düzeyleri gibi faktörleri de işin içine kattığımızda gelişmekte olan ülkelerde yaşayan her 5 kişiden 1 inin güvenli suya ulaşamadığını görmekteyiz.Belirttiğimiz gibi aslında su kaynakları açısından çok zengin ülkelerde buna bir kanıt teşkil etmekte.Misal bahsettiğimiz altı ülkeden birisi olan Endonezya'da kişi başına 13.000 metreküpten fazla su düşüyor ama halkın 1 / 4 ü sağlıklı içme suyundan yoksun.

Yine tarihsel sürece göz attığımızda 1900 yılına kıyasla su tüketiminin Dünya genelinde 10 kat arttığını görüyoruz.1950 lerde ise kişi başına düşen su miktarı 13.800 metreküp civarında.Dünya nüfusunun yaklaşık 8 - 8.5 milyarı bulmasının beklendiği 2025 yılında ise kişi başına düşen su miktarının 4.800 m3 olacağı tahmin ediliyor.

Birleşmiş Milletler verilerine göre 1,4 milyar insan sağlıklı içme suyundan yoksun.470 milyon insan su kıtlığı çeken bölgelerde yaşamakta olup, bu rakamın 2025 de nüfus artış dağılımının da etkisiyle 6 kat artması bekleniyor.Her yıl 250 milyon insan sudan kaynaklanan salgın hastalıklara yakalanmakta ve yaklaşık 10 milyon kişi hayatını kaybetmekte.Kirli suya bağlı sebeplerden dolayı Dünya'da her gün 4000 çocuğun öldüğü ( 20 saniyede 1 çocuk ) ve 400 milyon çocuğun ihtiyaç duydukları sağlıklı içme suyundan mahrum olduklarını söylemeye dilimiz varmamakla birlikte yazma gereği hissediyoruz.




Az gelişmiş ülkelerde bir kişinin günlük içme, yemek pişirme ve temizlik için kullandığı su miktarı 10 litredir.Afrika ve Asya'da ise bir kadın günde ortalama 6 km yol kat ederek evine 20 litre su taşımaktadır.

Bu karartıcı sonuçların devamı mevcut olup bu kadarının genel hatlarıyla resmi çizmekte yeterli olacağını düşünüyor ve yazımıza son verirken birçok kişinin ve benim de hem fikir olduğu çözüm önerilerinden bir kaçını yazmakta fayda görüyoruz.

Yetersiz gibi gözüken lakin aslında yeterli olmasına karşın ulaşılamayan sağlıklı su kaynaklarına ulaşmada gerçekci ve faydası en üst düzeyde yatırımlar gerçekleştirilmeli.Yani kaynakların optimal dağılımı sağlanmalı.Özellikle gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde su kıtlığı yaşanması engellenmek isteniyorsa rasyonel nüfus politikaları hayata geçirilmeli.Tarım, endüstri ve bireysel su kullanımında maksimum verimlilik sağlayan yöntemler benimsenmeli ve her şeyden önemlisi üretim ve tüketim kalıplarının radikal bir biçimde inşa edildiği bir yaşam tarzına, kültürüne ihtiyacımız var diye düşünüyorum sevgili okuyucular, bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz.

Bıkmadan, usanmadan bizi okuduğunuz için teşekkür ediyor, bir başka yazıda görüşmeyi temenni ediyorum.

Kaynaklar: Sandra Postel / Suları Nasıl Tükettik, Worldwatch Institue / Dünyanın Durumu 2009, UNDP, ATO Su Raporu.

Suya Dair - 2

Tarih bugünü gösterirken, bir çok kişinin ALES sınavında ter dökmese de zaman geçirdiği ve o bir çok kişiden biri olarak ben gazetelerde çıkan Konya Havzası sularının %75 ine yakınının kuruduğunu ve artık aramızda olmadığını duyunca, mayıs ortası bile olmamışken 32 dereceyi gösteren sıcağında etkisiyle Suya Dair - 1'in devamını getirmem gerektiğini düşünerek bu yazıya başlamaya karar verdim.



Yukarı da belirtilen uzun, devrik ve anlaşılmaz cümlenin aksine bu yazı da sade ve yalın bir dil kullanmaya çalışalım o halde.Malum herkes bu konularda okumayı sevmiyor.

İlk yazıda klasik bir girişin ardından, son 20 yıl içerisinde kuruyan nehirleri belirtmiş, en sonda Aral Gölü örneğiyle sizlere veda etmiştik.Bu yazı da ise ağırlıklı olarak, rakamlardan yola çıkarak suya dair veriler sunmaya çalışacağız.

İnsanoğlunun tüketim kalıplarında ki gelişmeler ve değişen ( artış yönünde ) ihtiyaçlar suya olan talebi de özellikle son 50 yılda hızla arttırdı.Bunun en temel göstergelerinden birisi Dünya genelinde büyük barajların sayısının belirtilen süre zarfında 5000 den 45000 e ulaşması.Bu da demek oluyor ki, her gün 2 büyük baraj inşa edildi.

Talebin temel bileşenlerine baktığımızda ise özellikle gelişmekte olan büyük nüfuslu ülkelerin ilkel sulama teknikleri kullanması vb sebeplerden dolayı tarımın payı %70 ler civarında.Geriye kalan %30 luk kısmın % 22 si sanayi, % 8 i ise yaşamsal faaliyetler için kent merkezlerinde kullanılıyor.

Bu süreçte refah artışı da su talebini arttırdı.Gelişme süreci ile birlikte et ve benzeri ürünlere olan talebin artması da etin işlenmesi sırasında kullanılan suyun miktar olarak artması ile sonuçlandı.ABD ile Hindistan'ın durumunu karşılaştıracak olursak, hayvansal gıda ağırlıklı beslenen ABD beslenme sırasında tahıl ağırlıklı gıdalar ile beslenen Hindistan'dan 4 kat fazla su tüketiyor.

Aynı zamanda, yer altı su depoları olarak bildiğimiz aküferlerin durumu da oldukça kritik ve sürdürülebilirlikten çok uzak.Havzaları, havzaların kendi kendilerini yenilemesinden çok daha hızlı bir şekilde tüketiyoruz.Kaçak kuyular, gereksiz ve lüks yatırımlar, sanayi ihtiyaçları gibi sebeplerden dolayı bugün ülkemizde Konya Ovası, Dünya'da ise Çin, Meksika, ABD başta olmak üzere bir çok yerde zemin çökmeye başladı bile.

Yazının başında da belirttiğimiz gibi Konya Ovası'ndaki sulak alanların % 75 i bugün kurumuş ve mevsimsel birikmelerle karşı karşıya kalmış durumda.ABD nin güneybatısında yer alan çöl kenti Phoenix'e baktığımız da ise yılda sadece 19 santimetre yağış almasına karşın, yeşil çimenler, golf sahaları ve yüzme havuzları görebiliriz.Bunun bedeli ise aküferlerin aşırı çekilmesi ve kilometrelerce ötedeki Kolorado Nehrinin bir felaket uğruna buraya yönlendirilmesi.

Aküferler mevzusu açılmışken, ülkelerin yer altı sularını çekme hızlarına dair bir istatistik sunarak yazımızı bitirsek iyi olur diye düşünüyorum.Buyrunuz efendim, görüşmek dileğiyle


Ülke Kişi Başına Düşen Su Çekme Oranı
(yılda kişi başına düşen metreküp)

Etiyopya 42
Nijerya 70
Brezilya 348
Güney Afrika 354
Endonezya 390
Çin 491
Rusya Federasyonu 527
Almanya 574
Bangladeş 578
Hindistan 640
Fransa 675
Peru 784
Meksika 791
İspanya 893
Mısır 1011
Avustralya 1250
ABD 1932



Devamı Suya Dair - 3' de.

Suya Dair - 1

Geçtiğimiz 22 Mart Dünya Su Günü geldi bize ne mutlu fakat eksik olan nokta şu ki; sokaklara taklar asmadık, güzel okulumuzu bayraklarla donatmadık sanılanın aksine.Bu yıl çok yakından takip edemesem de dünyanın ve su kıtlığı çeken ülkemin dört bir yanında envai çeşit aktivitenin gerçekleştirildiğini sanıyorum + umuyorum.Başlıktan ve girişten de anlaşılmış olacağı üzere bu yazımızda rakamlar ve sözcüklerle suya dair bir takım bilgiler paylaşmaya çalışacak ve Aral'a uzanacağız.


Sabah uyanıp yüzünüzü yıkadığınızda, akşam yemek sonrası kahvenizi yudumladığınızda ve kirlenen çamaşırlarınızı yıkadığınız makinanızı çalıştırdığınız da üç milyar yıldır deniz, hava ve kara arasında turlayan onbinlerce hatta yüzbinlerce su molekülünden faydalanmış oluyorsunuz.Yeryüzünde ki suyun hiç bir zaman tükenmeyeceğine dair bir görüş söz konusu.Yeryüzünde ki suyu bilemeyiz ama kullanılabilir tatlı su kaynakları için durumun farklı olduğu su götürmez bir gerçek.


Son 20 yıl içerisinde Hindistan, İran, Meksika, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük bölümünde yer altı sularının aşırı pompalanması sebebiyle yeraltı su seviyesi hızla düşüyor.Amu Derya, Colorado, Ganj, Indus, Rio Grande ve Sarı Irmak gibi büyük nehirler de dahil olmak üzere bir çok dere ve nehir yılın belirli dönemlerinde kuruyor.Başını Orta Asya'da ki Aral Gölü, Kuzey Afrika'da ki Çad Gölü gibi göllerin çektiği kuruyan göller listesine ise her gün yenisi eklenmekte.Haliyle tatlı su ekosistemleri de paralel olarak yok olmakta.Yaklaşık 10.000 tatlı su balığının yaklaşık % 20 si şimdiden yaşam alanlarının ortadan kaybolması nedeniyle aramızdan ayrıldı.



Bunların için de belki de en somut örnek Aral Gölü.Aral'a özel bir yer ayıracak olursak, Sovyetler Birliği'nin acımasız tarım politikaları sonucu gölün sonunu getiren, ki arkasında yatan neden ihracat rakamını yükseltmektir .Aral'ı besleyen Seyhun ve Ceyhun'un pamuk üretimi için yönlendirilmesi sonucu göl yıldan yıla daralmış ve bugün aşağıda ki uydu fotoğrafından da görülebileceği gibi yaklaşık olarak % 80 oranında küçülmüştür.




Ayrıca 60 lı yıllardan beri su gölü yeterince besleyememektedir.Sıcaklığın da etkisiyle zaman zaman 200 km içeriye çekilmektedir.Gölün su seviyesi

- 60 larda senede yaklaşık 20 cm
- 70 lerde senede yaklaşık 50 - 60 cm
- 80 lerde senede yaklaşık 80 cm azalır
- 89 da ise Aral Gölü ikiye ayrılır.Göçük Göl ( Kuzey ) ve Büyük Göl ( Güney ) olmak üzere.1960 da yüzölçümü 68.000 kmkare olan gölün yüz ölçümü günümüzde 3/4 oranında küçülmüştür.

Aral'a dair güzel bir belgesel TEMA Vakfı tarafından hazırlanan " ARAL - Çölün Mavi Gözü " dür.Bir zamanlar yaşadıkları bölgeyi ayakta tutan bu nehirlerin ve uzandıkları gölün hikayesini izlemek için aşağıdaki link ile başlayabilirsiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=_KL6ARo8kkk

Devamı Suya Dair - 2 de.

1 DAKİKA BAKAR MISINIZ ?

Başlığa ilk göz attığımda ne yalan ilk olarak Arif Susam aklıma geldi.Pardon 1 dakika bakar mısınız ? sorusunun ardından ben sizi bir yerden tanır gibiyim diyordu unutulmaz eserinde.Geçenlerde yine sevgili Toprak Dedem'den bir şey ler okuyordum ki, yine paylaşma ihtiyacı hissettim.Ben bu olanları bir yerlerden hatırlar gibiyim.Bakalım siz de yazının sonunda ben ve Arif abimiz gibi düşünecek misiniz ?

Yazmaya başlamadan önce düşündüm de Severn Suzucki'nin 92 BM Dünya Zirvesi / Rio'da yaptığı konuşma yerinde olur kanısına vardım.Ama size tavsiyem önce yazıyı okuyun sonra videoyu soluksuz izleyin.


Ne diyorduk ? Ha evet, 1 dakika.Bu süre zarfında bakalım yaşlı gezegenimizde neler olup bitmiş.

* Avustralya'da ki orman alanı 1 futbol sahası kadar azaldı.

* Yeryüzünde ki tropik orman alanı çoğunluğu yanma sebepli olmak üzere 60 futbol sahası kadar kayboldu.

* ABD' de şehirleşme 1 hektar daha genişledi.

* Yaklaşık 0,5 kilometrekare verimli arazi çöle dönüştü.

* 23 çocuk açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle öldü.

* 50 kişi pestisit zehirlenmesinden öldü.

* 245.000 galon ham belediye atığı Hindular için hem kutsal hem de temizlik ihtiyaçlarını giderdiği Ganj nehrine boşaltıldı.

* 19.000 dolar değerinde nesli tükenmekte olan hayvan yada hayvan parçası küresel kara borsada satıldı.

* Küresel ekonomi Dünya'nın 10.000 dakikada ürettiği enerji toplamı kadar ( çoğunluğu fosil yakıtlar olmak üzere ) enerji tüketti.

Kaynak : Bir adet paylaşım sitesi, www.hayrettinkaraca.com, World Watch Institue Dergisi.

REKLAMLAR

Artık ismine reklam mı dersiniz, blog kardeşliği mi dersiniz, yoksa büyük balığın küçük balığı yuttuğu piyasa da dayanışma mı dersiniz bilemem ama uzun süredir ihmal ettiğim bloğa tekrardan yazmaya reklamlarla başlıyorum.Zaten tüm kanallarda da öyle olmuyor mu ?

Blog konusunda benden daha eski ve deneyimli arkadaşım Gonca ve saz arkadaşlarının üzerinde çalıştığı http://guncelanaliz.blogspot.com/ paylaşımlarına devam ediyor.Arkadaşlarımıza başarılarının devamını diliyor, esen kalmaları temennisiyle kucak dolusu sevgiler gönderiyoruz.

Sendeyiz Gonca :)

TÜKETİM ÇILGINLIĞI'NIN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ

Farkındayım, başlıkta akademik bir hava var.Belki çarpıcı olur da izlenilir diye bu şekilde bir başlık atma gereği hissettim.Aşağıda saniyeler sonra göreceğiniz ya da yazıyı hiç okumadan gördüğünüz üzere bir video mevcut.Videonun sonunda ki directed by jackal'ı kesmememiz de hazırlayana bir teşekkür olsun. İyi seyirler.


Nedir Bu İKY ?

Şimdi nereden çıktı bu İKY efendim diyenler olabilir.Olmaz da, adettendir.Biz eksik etmeyelim ve olur diyelim.

Yazma isteği aylar sonra hotmail hesabıma bir giriş yapayım, e postalarımı kontrol edeyim, kapandı mı kapanmadı mı bileyim derken e postalarımı kontrol ediyordum ki, bir e posta ile karşılaşmamla başladı ( Çok fazla e posta dedim farkındayım ).Fıkra gibi, nazire gibi, taşlama gibi, eğlenceli ve güzel bir yazı.Bu yazıyı bir kaç kelam ettikten sonra sizlerle paylaşacağım.E bunu paylaşmadan önce de bloğumuzun yüce divanının koyduğu kurallardan dolayı kendimizden ve literatürden de birşeyler katma gereği duyduk.

Yazıya başlarken belirtmek isterim ki, burada İKY yi övmek, yermek, eleştirmek , savunmak gibi düşünceler içerisinde değiliz.Tarafsız bir şekilde literatürden aktarımlar yapacağız.Elbette bu görüşü savunanlar, savunmayanlar, doğru bulanlar ve bulmayanlar olmuştur, olmaktadır, olacaktır da.

Lisans eğitimimi işletme okuyarak tamamlayan ben İKY kavramıyla muhakkak ki işletmeci olmayan diğer arkadaşlardan çok daha fazla haşır neşir olmuşumdur.4 yıl boyunca aldığımız bir kaç ders, girdiğimiz onlarca vize ve finalde kimilerinin korkulu rüyası, kimilerinin cepte dediği garanti soru tipi olan gelen İKY'nin açılımı İnsan Kaynakları Yönetimi'dir.

Size en yakın Google şubesine gidip İKY nedir diye sormayın, çok farklı şeyler söyleyeceklerdir.Kafanız karışır, bir de işlem maliyeti cabası.Zararlı çıkarsınız.Neyse işlem maliyeti falan yavaş yavaş olayın içine girmeye başladığımızı hissediyorum.O halde bir kaç tanım vb şeyle olayı özetlemeye çalışayım.

Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç " Bir müessesenin en değerli varlığı insandır " derken
Kaoru Ishikawa ( Toplam Kalite Yönetiminin üstadlarından ) " Bir şirket sahip olduğu elemanlardan ne daha iyi, ne daha kötüdür " der.

Bir kurumun an alt düzeydeki işçisinden en üst düzeydeki yöneticisine kadar tüm çalışanları kapsayan beşeri faktörler insan kaynaklarını oluşturur.Hangi düzey ve konumda çalışıyor olursa olsun insan en değerli varlıktır der.Başarı da kilit bir role sahiptir.Dönemin popüler dizilerinden Çocuklar Duymasında evin annesi ve babası arasında alevlenen Personel Müdürü - İnsan Kaynakları Müdürü tartışması bir ara konuyu gündeme taşımıştır.İkisi arasında ki derin fark İnsan Kaynakları lehine sonuçlanmış durumdadır.( Ayrıntılı bilgi için : http://www.ikademi.com/stratejik-insan-kaynaklari-yonetimi/1091-insan-kaynaklari-yonetimi-ile-personel-yonetimi-arasindaki-farklar.html ).

Bu yönetim anlayışı iki temel felsefe üzerine kurulmuştur.
1. Amaçlar doğrultusunda insanın verimli kılınması
2. İşgören ihtiyaçlarının karşılanması ve gelişiminin sağlanması olduğu gibi

bunlara zamanla seçim, eğitim ve geliştirme, motive etme, süreçte tutma gibi bonuslar eklenmiştir.Düşünüldüğünde stratejik amaç ve hedeflere ulaşmada nasıl daha etkin olunabileceği, insanların iş sırasında daha mutlu ve üretken olmaları için ne yapılabilir, nasıl yapılabilir sorularına verilebilecek cevaplar önemlidir.Bu sebep ile her özel, devlet, sivil toplum kuruluşunda insan kaynakları departmanları oluşturulmuş ve bunların görev tanımları yapılmıştır.Bu 3 sektörün varoluş amaçları ve buna paralel olarak insan kaynakları departmanlarının amaçları da birbirlerinden farklılık gösterirler.Özel sektör kar amacı güderken , devlet ve sivil toplum da ise gaye, ihtiyaçları karşılamak ve hizmettir.

Bu doğrultu da oluşumlar bireyleri en etkin ve verimli şekilde kullanmaya çalışırlar.Peki neyi, hangi sırayla yapar bu departmanlar.

* İnsan kaynaklarını planlar > işgören bulur ve seçer > eğitim verir ve geliştirir > motivasyon sağlama > yönetime katılım > performans değerler > kariyer planlar > ücret yönetimi ile ilgilenir > çalışma ilişkilerine bakar > sağlık ve güvenlik konuları üzerinde durur.

1950 lerde liyakata bağlı performans
1970 ler performans değerlendirme
1990 lar performans yönetimi
2000 ler entellektüel insan sermayesi yönetimi olarak günümüze kadar gelen bu kavramı yukarı da ki en basit şekliyle, kavramla yeni tanışmış kişilere anlatabileceğimiz düzeyde hakkında bir kaç şey yazdığımız insan kaynakları, günümüz ekonomik düzeni ve buna bağlı olarak yönetim anlayışında önemli bir yere sahiptir.

En başta bahsettiğimiz yazıya gelince:

Bitmeyen Senfoni

Büyük şirketlerden birinin genel müdürü klasik müzik aşığıymış.Günlerden bir gün şehre bir orkestra gelmiş.Vereceği konserin en önemli parçası da Schubert'in ünlü "Bitmeyen Senfonisi" imiş.Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle konsere gidemeyeceğinden gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne vermiş ve ;

" Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar demiş. "

Genel müdürden aldığı talimatla, konsere giden insan kaynakları müdüründen ertesi gün bir değerlendirme raporu gelmiş.

"Sayın Genel Müdürüm" diye başlıyormuş

1- Dört obuacı konserin önemli bir süresince boş oturdular.Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestra da on iki kemancı var.Bunların hepsi aynı anda hareket ediyorlar ve aynı notayı seslendiriyorlar.Bence ciddi bir yanlışlık, kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş, doğrusu büyük ziyan.Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasında ki farkı anlamazlar.Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notalaarı çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor.Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir.Dolayısıyla, tekrarlar önlendiğinde konser süresi yarı yarıya inecektir.

Özet olarak sayın genel müdürüm

Schubert bu önlemleri alsaydı "Bitmemiş Senfoni" kesinlikle biterdi.